
Güzellik Algoritması: Sosyal Medya Platformları Beden Algımızı Nasıl Yönlendiriyor?
Güzellik, doğduğumuz andan itibaren bize öğretilmeye başlanan ama kime göre, neye göre olduğu nadiren sorgulanan bir kavram. Özellikle de sosyal medyanın gündelik yaşamımızın merkezine oturduğu bu çağda. Artık sadece aynaya değil ekranlara da bakıyoruz. Kendimizi sadece kendi gözümüzle değil başkalarının gözünden görüyoruz. Beğenilerle, filtrelerle, algoritmalarla örülmüş bir güzellik haritası çiziliyor önümüze. Ve biz, çoğu zaman farkında bile olmadan o haritanın dışında kaldığımızda eksik hissediyoruz.
Günümüz sosyal medya filtreleri dudakları büyütüyor, burunları inceltiyor, gözleri bademleştiriyor, teni pürüzsüzleştiriyor. Başta eğlenceli ve yaratıcı bir oyun gibi görünen bu efektler, aslında oldukça güçlü ve tek yönlü bir mesaj taşıyor: olduğun halinle yetmiyorsun. Daha pürüzsüz, daha ince, daha “ideal” olmalısın. Zamanla bu dijital dokunuşlar sadece sosyal medya profilimizi değil, kendimize olan bakışımızı da değiştiriyor. Çünkü bu filtreler, çevremizde gördüğümüz bedenleri tek tipleştiriyor. Ve biz bu yeni normlara her baktığımızda, farkında olmadan kendimizi ölçmeye başlıyoruz.
Sonra, ekranlarda gördüğümüz başkalarının görüntüleriyle kendi gerçekliğimizi kıyaslamaya başlıyoruz. Tatilde çekilen bir fotoğraf, aynaya her baktığında seni kendinle kavga ettirebiliyor. Bir influencer’ın sabah sporundan çıkarken paylaştığı selfie, tüm gün kendini tembel hissetmene neden olabiliyor. Ve bu döngü her gün tekrarlandığında zamanla kendini başkalarının mutluluğu, beden ölçüsü, cilt tonu ya da yaşam tarzı üzerinden değerlendirmeye başlıyorsun. “Ben neden böyle değilim?” sorusu zihninde sessizce yankılanıyor. Bu hisler, her ne kadar rasyonel görünmese de oldukça gerçek. Etkileri ise uzun vadede bedenle kurulan ilişkiyi zedeleyebilecek kadar güçlü.
Zamanla bu kıyas sadece dışarıya değil, içeriye, yani kendimize yöneliyor. İçimizde doğan o eleştirel ses, işte tam da bu ortamda büyümeye başlıyor. “Bu fotoğrafı paylaşma, kötü çıkmışsın.”, “Yine kilo aldın galiba.”, “Neden senin göbeğin var da onunki dümdüz?” gibi cümleler iç sesimiz gibi konuşuyor. Ama dikkatlice bakınca fark ediyoruz ki bu ses çoğu zaman bize ait değil. Belki çocuklukta duyduğumuz bir söz, belki bir akrabanın dalga geçer gibi söylediği yorum, belki dergilerde gördüğümüz beden imgeleri ya da sosyal medya algoritmalarının önümüze sürekli koyduğu “mükemmel” görüntüler. Bunların birleşimi zamanla içselleşiyor ve kendi düşüncemizmiş gibi zihnimizde yankı buluyor. Ama öğrendiğimiz her şeyi yeniden sorgulamak ve o sesi yeniden yazmak mümkün.
Bütün bu sorgulamalar arasında unuttuğumuz bir şey var. Bizi bu hale getiren sürecin merkezinde duran temel bir soru: “Kim için güzelleşiyoruz?” Gerçekten kendimiz için mi yoksa başkalarının gözünde “iyi görünmek” adına mı? Sabah aynaya baktığında yüzünü nasıl gördüğün senin içsel iyilik halini mi yansıtıyor yoksa başkalarının beğenebileceği bir görüntüyü yakalayamamanın sıkıntısını mı? Hazırlanırken, giyinirken, fotoğraf çekerken, görünmek için bu kadar çaba sarf ederken, aslında kimsenin bakmadığını fark ettiğinde içten içe yıkıldığın oldu mu? Bu sorulara dürüstçe verilen her cevap, kendinle ilişkinde bir kapı aralayabilir.
Bu farkındalıkla birlikte dönüşüm başlıyor. Çünkü güzellik algımızı değiştirmek için devrimsel hareketlere değil, bilinçli ama küçük adımlara ihtiyacımız var. Seni iyi hissettirmeyen hesaplardan uzaklaşabilirsin. Sana kendini yetersiz hissettiren içerikleri takip etmeyi bırakabilirsin. Günde sadece yarım saat daha az ekran süresi, zihinsel sağlığın için büyük bir alan yaratabilir. Sabah uyanır uyanmaz telefona değil, kendine dönerek güne başlamak; geceleri son 30 dakikayı ekransız geçirmek; aynaya baktığında kendine nazik bir cümle söylemek… Bunların her biri zihnindeki o eleştiren sesi yavaşça susturabilir. Belki de yıllardır ilk defa, kendi gözünden kendine bakma cesaretini kazanırsın.
Sosyal medya hayatımıza pek çok şey katıyor, bunu reddetmek zor. Ama onun getirdiği her güzellik gerçek değil. Her vücut ideal değil. Her mutluluk samimi değil. Beğeni sayısı, değerin bir ölçüsü değil. Güzellik, yalnızca kusursuz görüntülerden değil; kırılganlıklarımızdan, dayanıklılığımızdan, özgünlüğümüzden doğar. Ve belki de en çok, kendimize gösterdiğimiz şefkatte saklıdır.
Bir gün biri sana “çok güzelsin” dese, mutlu olursun. Ama aynı cümleyi kendine söyleyebiliyor musun? Belki de asıl dönüşüm, başkalarının değil, kendi onayını aldığın yerde başlar. Çünkü filtreler silinir. Geriye kalan yalnızca sensin. Ve sen, olduğun halinle zaten yeterlisin.
Kln. Psk. Busenaz OTLU